Zayıflama Kitaplığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zayıflama Kitaplığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Haziran 2020 Pazartesi

Rutinini değiştir! Hayatın değişsin!


Sonunda, herkeslerin bu Corona dönemini tarif ettiği o "durma" zamanını (bana göre totomu koltuğa koyabilme fırsatını) yaşamaya nail oldum. Çok şükür. 

Bu #evdekal 'dığımız 19 Mayıs ve Bayram tatilleri, zorunlu aldığımız yıllık izinlerlerle birleşince ve işler de yavaşlayınca, o
  • sabah kalk
  • kahvaltı hazırla, topla
  • fırla bilgisayarın başına; koştur koştur mailler, telefon trafikleri, Skype ve Zoom meetingleri
  • öğlen, akşam ne yenecek? Planla; Migros siparişi hazırla; gelen siparişi deterjanlarla her bir ürünü sil, kaldır, yerleştir
  • yemek pişir; sofra kur, kaldır
  • bulaşık makinesi dolmuş, çalıştır, boşalt, yerleştir
  • çamaşır; ütü
  • toz al; temizlik
rutinimin içinden, en az 09:00-18:00 çalışma temposu çıkınca, o toto o koltuğa kondu!





Dur, hemen konamadı. Bu sefer de "boş zamanım çıktı, bir hobi ile değerlendirmeliyim" paniği ile "o canlı yayın benim, bu online ders senin" girdabına yakalandım. Oradan çıkmam tam 5 günümü çaldı! 

Yaw hani durma zamanıydı?! Allahım bu ne? Beynim döndü! Her yerden online ders akıyor. Canlı yayınlar durmuyor. Hayır bir de "baskı" oluşturuyor. Online ile normalde katılamayacağım dersler ayağıma geliyormuş! Yok, başka zaman yakalayamayacağım indirimler varmış!  Bir daha ne zaman fırsatım olacakmış! "Kaçırıyorum" korkuları sarıyor dört yanımı. İş rutini gibi telaşlar, yetişmeye çalışmalar, koşturmalar yine! 

Instagram'dan soğudum yeminle.
Koydum aramıza "sosyal mesafe"'yi bir süre.


Sosyal mesafe


Uzak durdum. Hepsinden. Bu "sosyal dünya"'dan da, telefondan da! Hava da ne güzeldi. Balkonda boş boş oturdum. Sabah güneşi ayrı, akşam güneşi ayrı açılardan vuruyor ön balkona. İkisinin keyfi birbirinden bambaşka. Sabah güneşini pek sevdim. Kaçırmamak için erken uyanır oldum. Gözlerimi kapatıp, güneşe bıraktım yüzümü. Sonra uzunun uzun izledim gözümün alabildiğini. Bulutlar ne güzelmiş! Ne çok yeşillenmiş İstanbul! Oh o ne güzel sessizlik! Kuşlar nasıl da şakıyor! Bu kediler ne keyif düşkünü! Komşularımı keşfettim ilk defa. Şu karşı apartmanda, 2 kız kardeş, babaları ve annelerinden uzakta, arka balkonda takılıyorlar. Yan apartmanda 2 çalışan kız, ön balkonda bolca kitap bitirdiler. Kısa çalışma ödeneğinden yararlanıyor olabilirler, online çalıştıklarını görmedim çünkü. Köpeklerini dolaştıran uzun kıvırcık saçlı kadının meğer 2 de kedisi var. Derya, anne ve babasını da yanına almış. Ya aslında 65 yaş üstünü korumak için onlardan uzaklaşmak daha iyi değil miydi?

O "pideci geldi", "ekmek geldi", "baklava var" megafon anonsu ile bir heyecanlı kalabalık toplanıyor aşağıda. Mesafeli bir sıra oluşuyor arabanın başında. Çocuklar öğrenmiş. "Pideci geldi anne" diye heyecanla bağırşıyorlar. 
Ben eskilere, mahallede dolaşan seyyar satıcıların "domates, biber, patlıcan" seslerine gidiyorum...

Bıraktım bir şeyleri "kaçırıyorum" endişelerini! Bıraktım boş zamanını illa "değerlendirmek" zorunluluğu inancını!
Boş boş, ama boş boş, hem de, öylece boş boş oturdum! DURDUM! Ve nasıl iyi geldi, AN-LA-TA-MAM!






Sabah keyfini o kadar çok sevdim ki, yıllardır ve neredeyse doğduğum günden bu yana, hayatımda hiç, çalar saatsiz ve en az 10 kere ertelemesiz yataktan kalkamamışken, kendiliğimden sabah 07:00'den önce ve müthiş dinlemiş uyanır oldum. Yaw artık saat kurmuyorum uyanmak için, şımarıklık o derece. Beni 24 yıldır tanıyan Koca Bey, gözlerine inanamıyor. Defalarca çalan telefonum, vakti zamanında ayrı ayrı çalan ve ayrı yerlerde duran, 3 ayrı çalar saatim olmadan, yanından sessizce uyanıp kalkmamı şaşkınlıkla izliyor. Hatta horlamaya devam ediyor.
Ben, kendim de şaşkınım! Zira, sabahları hiç sevmedim bugüne kadar!!!





Ve nasıl canlı bir enerjiye sahibim. Ev işleri artık yormuyor, her gün yapasım geliyor. Zamansızlıktan acele ile yaptığımdan olsa gerek, asıl şimdi yemek yapmanın ve başkalarına yemeğimi sunmanın müthiş keyfine varıyorum.




Galiba, 5 yıl önce, 20 yıl boyunca günde "en az" 1 paket Camel içen pis bir tiryakiden kurtuluşumdan bu yana, bir benzer güzel dönüm noktasındayım.





Şöyle bir düşününce, bu yeni düzen, dönüşümlü evden çalışma modeli, aslında sirkadiyen ritimlere, kronobiyolojimize, biyolojik saate, yani Ayurvedik günlük döngüye uyma fırsatı sağlıyor. Bir kere bu İstanbul memleketinin en büyük problemi trafiklerde perişan olmuyorsun. En az 2 saat kardasın! Fena mı?! En önemlisi: stresi yok! Evde çalıştığın günlerde, giyinip, makyaj derdi, saçını yaptın derdi de yok. Yoga taytınla tüm gün takıl. Kah bilgisayarın başında, kah matında!

Madem koşturmasız doğru saatte uyuyup, şahane enerjik Ayurvedik saatte uyanıyorum, bu dönemi, süper sağlık ve gençlik için fırsata çevirebilirim. Hatta belki kilo bile veririm.(YEEEEEEEEEEEESSSSSS!!!!) Hiç almadım aynıyım gerçi: 69,9! Hani daha da alsam obezliğe resmi olarak da adım atmış olacağım ya, neyse!
Şimdi aslında tam da zamanı! İster misin Temmuz'a 50 küsürleri yeniden görerek gireyim!
Yazının başlığını şöyle mi atsaydım: "50'sine dayanmış bir menapozlunun hayali!" 🤪

Ben hayalimi yazayım ve gözümde canlandırayım da!
Yalnız, yapınca oluyor! Bunu da hatırlıyorsun değil mi?!!!!

Ayurveda Doktorunun dediğini duydun: "Fazla kilo tedavi edilmesi gereken bir hastalık!"
E tansiyon da ara sıra zıplamaya başladı. Büyük 15'lerde falan. Her bir fazla ağırlığın kalbe, damarlara o derece baskısı oluyor tabi. Böyle giderse, sokağa çıkma yasağı olan kronik hastalar arasına katılacaksın, diyeyim.





Bir de Hintli doktorumuz ne diyor: "Kapha zamanı ağır yersen obez olursun" diyor!
Ağır derken, hem miktar hem de sindirim zorluğu, süresinden bahsediyor.

Ayurveda'ya göre her öğünde iyi bir sindirim için mideyi sadece 2/3'si kadar doldurmak ve kalan 1/3'ni boş bırakmak gerekiyor. Her insanın kendi iki avuç içini bir kase gibi birleştirdiğinde içine sığacak kadar yemek midenin 1/3'ini dolduruyor. Buna 1 porsiyon dersek. Optimal sindirim için her öğünde en fazla 2 porsiyon (2 kere 2 avuç içi dolusu) yemek yemek lazım geliyor. (Amanın benim eller ne kadar küçük!)






Sindirimi zor ve zaman alan besinler: tahıllar ve tahıl ürünleri, baklagiller, her türlü et, tavuk, balık ürünü, yumurta, peynir, yoğurt ve kuruyemiş. Sindirimi yavaş ve zor olan ve zaman alan tüm besinleri sindirim ateşinin tavan yaptığı güneşin en tepede olduğu öğle saatinde yemek gerekiyor. Özellikle de proteinler.

Olay şu: sindirim ateşinin en yüksek olduğu öğle saati Pitta zamanı var ya, o gece tekrar geliyor. Ama bu sefer midede ve ince bağırsaklarda sindirilen her şeyi dokulara çeviriyor. Bütün beden ve zihin yeniden yapılanıyor. İyi bir gece "sindirimi" için: bir, mide boş (o gün yediğin her şey sindirilmiş olarak) yatacaksın, mutlaka o 23:00-03:00 saatlerinde derin uykuda olacaksın, bir de o dokuları besleyecek faydalı gıdaları tüketmiş olacaksın, toksinleri diyetine yaklaştırmayacaksın. (Toksinler listesi için buraya tıkla.)

Sabah, Vata saatinde bedenin seni "Uyan uyan, sindirimin son aşaması için tuvalete koş." diye uyandırıyorsa ve sabah rutininde dilini sıyırmadan önce kontrol ettiğinde dil üstünde birikmiş kalın beyaz veya yeşil tabaka da yoksa, müthiş sağlıklısın, turp gibisin demek oluyor.






Ayurvedik Gün


Not: İleri saat uygulamasında yaşadığımızdan buna 1'er saat eklemek lazım. Yani güneşin tam tepemizde olan öğle saati aslında 13:00.



Ayurveda, sağlıklı bir hayat için, vücudumuzun biyolojik saatine yani bu günlük ve mevsimsel döngülere göre yaşamayı öğütler. Kaçta ne yaptığın, ne zaman ne yediğin, mevsimine göre beslenmek çok önemlidir. Dr. Suhas Kshirsagar (Ayurvedik Doktor) ve Michelle D. Seaton (Araştırmacı, Gazeteci), Rutinini Değiştir, Hayatın Değişsin! başlıklı kitaplarında en güzeliyle anlatmışlar. Çok detaya girmeden, genel hatlarıyla tüm konuyu kapsayan, harika bir Ayurveda Günü kitabı. Hararetle tavsiye ederim.






Kadim bilgilere, Vedalarda yazılanlara inanmayanlar için Ayurvedik Gün'ü kanıtlarcasına hazırlanmış, sirkadiyen ritmini detaylı araştırmalarla anlatan Dr. Satchin Panda'nın eseri The Circadian Code'u da okusun. Türkçesi yok bildiğim kadarıyla.






Gelelim en Ayurvedik, yani en sağlık dolu ve ömür uzatan ve de bedeni genç tutan, günlük yaz programına:

Hemen araya gireyim, ÖNEMLİ: Ayurveda Hocam, Ayurveda'nın insan ömrünü uzatmayı hedeflediğini, ama asıl o uzun ömrü hep dinç ve zinde bir beden ve zihinle yaşamayı sağladığını söyler. 
Şimdi tam sözü hatırlayamadım ama, bir Vedik atasözü benzer şekilde de şöyle der:
Ayurvedik rutinlere uyanlar 100'ünde 18'lik olur!

Emeklilik hayallerimin ne çok olduğunu ve daha oraya gelmeye de en az 10 yıl lazım geldiğini düşününce...





Yaz için Ayurvedik Gün


06:45 Günaydın. Gülümseyerek bir uyanış ile yatakta kedimsi gerilmeler; yeni güne şükredişler, dualar; hangi burun deliğinin daha aktif (daha rahat nefes alış) olduğu araştırmaları ve farkındalığı; aktif taraf (nefes alan sağ veya sol burun deliği) ile yere basarak (Toprak Ana'ya sevgiyle) yataktan kalkış.

07:00 Tuvalet ve sabah temizlik, masaj, banyo rutini

08:00 Pranayama (sağ ve sol burun nefes alış ve akışlarının dengelenmesi)

08:15 Açık havaya ve güneşe çık; min. 15 dakika yürüyüş (balkona çıkıp, sabah güneşini alıp, evin içinde bir yürüyüş temposu da işe yarar)

08:30 Tibet'in 5 Ayini (Video için buraya tıkla.)

09:00 Surya Namaskar (Video için buraya tıkla.)

09:30 Meditasyon 

09:50 Kahvaltı: Bir porsiyon taze mevsim meyve

13:00 Öğle Yemeği: Sindirimi ateşleyen baharatlar (zerdeçal, zencefil, kişniş tohumu, kimyon tohumu, hardal tohumu, defne yaprağı, dağ kekiği, biberiye, kırmızı tatlı biber, karabiber, şeytantersi) ile hazırlanmış protein, sebzeler, tahıllar ve salatadan oluşan iki porsiyon.

13:30 15 dakika yürüyüş (açıkhava ve gün ışığında olursa şahane)

16:00 Plank ve kas çalıştıran türlü hareketler (ofis günündeysen 15 dakika açıkhava yürüyüşü)

17:30 Akşam Yemeği: Bir porsiyon sarımsak ve soğanla hazırlanmış mevsim sebzelerinden zeytinyağlı (-ki bence en iyi tercih, zira müthiş şifalı) veya nefis bir zeytinyağı, limon ve hardal soslu yeşillik ve diğer salatalık sebzelerinden oluşan vegan salata.

18:00 15 dakika yürüyüş (açıkhava ve gün ışığında olursa şahane)

21:30 Yin Yoga; Yüz Yogası; Yüz, vücut, ayak masajı. Uykuya hazırlık yani.

22:30 Haydi uykuya






5 Kasım 2018 Pazartesi

Sindirmek!


Resmen mobbing! Hem de asttan üste olanından!





İşi yapmak şöyle dursun, işleri sabote ediyor resmen! Gizli gizli iş çevirmeler... Beni kale almak şöyle dursun, maillerime bile dönülmüyor! Neymiş, "Performans Görüşmeleri"'nde "düşük puan" vermişiz! Aylardır "Feedback toplantıları" yapıyoruz be kızım. Bir tane geri bildirimimi adam yerine koy da, fırsata çevir! Ne bir kendine gelişme yolu araştırmak var, ne de başını öne eğip bir öz-eleşitiriye girişmek! Onun için harcadığımız onca zamana, emeğe saygı duymayı da bırak, tek dert "hakkım olan tazminatlar"'ı almak!!!!!





Yaw, ben yöneticimden bir şey öğreneceğim, bir şey kapacağım diye onun gözünün içine bakardım. Ki o dönemler, "Open door policy" şöyle dursun, bilginin kendine saklanarak güçlü olunduğu düşünülen zamanlar! Müdürün odası, tam bir merak konusu mesela. Öyle cam falan yok! Bildiğin kapı duvar; ayrı bir dünya! İçerde neler oluyor, neler konuşuluyor?! Kapı aralanacak da; sonra, kimsenin seni o an gözlemlemediğinden emin olacaksın; ki, içeri doğru bir göz atabilesin!
Purolar, viskiler... "İçerde galiba dünya kurtarılıyor!"
Ne bize bir şey anlatan olurdu, ne de bizim sormaya cesaretimiz.
Hiyerarşideki yerin kadar bilgin olur, daha fazla için bir üst rütbeye terfi kapman gerekiyordu.





Şimdi açık ofislerde müdürünle aynı havayı soluyorsun. Her türlü bilgiye kolaylıkla ulaşabiliyorsun. 

Amma velakin, gel gör ki, multi-task yeteneğine sahip olmayanlar böyle bir düzende başarılı olamıyor. Ne, öğrendiği bilgiyi nasıl ve nerede kullanacağını biliyor, ne de o öğrendiği bilgi ile ne yapacağını...

Bilgi, tonlarca bilgi, o kadar çok çeşitli yerden, ve aynı anda, ve o derece hızlı akıyor ki, kimi insanoğlu bununla baş edemiyor. Kafalar iyice karışıyor!





Ronald Giphart ve Mark Van Vugt'ın "Uyumsuzluk" adlı kitabını okudukça da, anlıyorum ki, ne beden, ne de beyin, ne de zihin, taş devrinden bu yana, son yüzyılın bu muazzam hızdaki dijital devrimine, dönüşümüne adapte olamadı, olamıyor. Bir gecede mutant olunamıyor! Biyolojik evrim, kültürel evrime yetişemiyor; bütün uyumsuzluklar bundan doğuyor.






Çok uzak değil, 90'lı yıllarda, iş hayatına atıldığım ilk stajımdaki iletişim hızına bir bakalım mesela. Cep telefonunun olmadığı bir dönem bu; bambaşka bir dünya. Fax diye dev bir alet var; hayatımız o. Bir nevi, ofis dışına mail atma sistemi. Her departmanda CLP ekranlı bir bilgisayar var. "Computer" deniyor o zaman, sadece "computer". Henüz PC -Personal Computer- "kişisel" fikri yok ortada!  O derece! Tüm departman aynı bilgisayarı ortak kullanıyor. İşte o bilgisayar fax kapağı ve duyuruları yazmaya yarıyor. Print ediyorsun, sonra o sayfaları fax ediyorsun.





Şirket içi iletişime girişeceksen, aynı "Computer"'de "MEMO" hazırlıyorsun. Print edip, pardon bastırıp, fotokopi makinasında çoğaltıyorsun. Ve o MEMO'yu ilgili departmanlara bizzat ulaştırıp, imza karşılığı teslim ediyorsun. Onlar da departmanlarındaki "MEMO BOARD"'a asıp, tüm departmanın o MEMO'yu okumuş olmasını bekliyorsun.

Ofis dışı iletişime geri dönelim. O "fax etmek" denilen şey o kadar da kolay iş değil. Anlatayım! Telefon numarasını çevireceksin. Aynı zamanda, fax edeceğin o ortak bilgisayarda yazıp print ettiğin A4 saylarını, doğru sıraya ve doğru yüzü ile fax makinasına yerleştirmiş olacaksın. Oldu ya bir yazım hatası buldun onu Tippex'leyip, kurumasını bekleyeceksin. Karşı fax meşgul olmayacak. Sürekli "meşgul" sesi aldığın fax'ın şirketini, -ki eğer o şirket büyük hele de önemli ise doğal olarak fax da yoğun, hep meşgul-, telefon ile arayıp, "Sevgili şirket, size fax çekmeye çalışıyorum. Fax'ınız sürekli meşgul, çevir sesi alamıyorum. Bir kontrol edebilir misiniz, rica etsem!" türü tacizlerde bulunacaksın. Diyelim ki karşı fax'ın o "gidiyor" "dııııııt"'ını aldın, yetmez! Karşı fax'ın toneri bitmemiş olacak. Kağıt rulosu makinaya doğru yerleştirilmiş olacak. Yazıların hepsi, okunur halde, tam tamına çıkacak. Ve ayrıca, karşı tarafta fax'a bakan bir de vatandaş olacak. Bitmiyor. O vatandaş fax'ı, fax kapağında "To:"'ladığımız kişinin departmanındaki "in-tray"'ine bırakacak. En önemlisi, o "To:"'ladığımız arkadaş, o gün ya da en azından o günlerde ofiste olacak. Yok ofis dışındaysa, aman bir de tatildeyse, ona ulaşmayı unut. (Ahhh o eski güzel günler.) En iyisi mi, fax ettiğin o karşı tarafı bir telefonla arayacaksın. "To:"'ya dahilisinden ulaşabiliyorsan ne ala, yoksa cayır cayır çalan telefona bir Allah'ın kulunun bakmasına kalacaksın. Şirket kurumsalsa nispeten şanslısın. Departman asistanına, ya da gelenek olarak tüm dahililere de cevap veren bir ofis çalışanına rastalayacaksın. Seni severse ve keyfi de yerindeyse, ve isterse, mesajı "To:" arkadaşımıza ileteceğini farz edip, fax'ın sonunda okunacağına gönül rahatlığıyla olmasa da fikir olarak inanacaksın!







Velhasıl, iş beğenmiyorsan, kendi aklına ve tavrına uygun iş arar, o istemediğin işten de istifa eder gidersin!!!

"Hakettiği" tazminatları verdik gitti!!!





Onca yıllık iş hayatımda, yüzlerce ekip arkadaşım oldu. İşten ayrıldılar, ellerimle başka şirketlerde işe yerleştirdim. İlk defa, çalışanıma "refere" olamayacağım.

Geçtim yarattığı tavan yapan stresi, dahası, üzülüyorsun derinden. Zamanını harcamışsın, emek ve dolu eğitimler verişsin, tüm bildiğini aktarmış, gönlünü açmışsın. Ona inanmış, güvenmişsin...





E zaten o "güven" denen acayip zorlu yoldan henüz yeni geçmişim!
Ve belki henüz de geçememişim!





"İşyerindeki kameraların app'ine nasıl ulaşırım da, ne halt ettiğini kontrol ederim?!"
"Arabasına takip cihazı mı taksam?!"
"Telefonu mu dinlesem?!"
"Dedektif mi tutsam?!"
...




"Nerdesin?"
"Kim var yanında?"
"Nerdeydin? Nerde kaldın?"
"Kimleydin?"
...





"Eeeeeeeh çekemem be! Bu eve sen dönmek istedin, o halde her soruma katlanacaksın! Yok öyle!
Haaaaa beğenmiyorsan da, buyur kapı şuarada!!!"






Adam her küfürüme şefkatle cevap veriyor!!!!!!!




Sonra bana yine geliyorlar...





...


"Sindirmek" öyle kolay olmuyor!!!


"Sindirmek" türkçe anlam olarak "sinmesini, korkmasını, çekinmesini sağlamak ya da sinmesine, korkmasına, çekinmesine yol açmak" olsa da, ayurveda ya da yoga, "dönüştürmek" ya da "dönüşmek"'ten bahseder.

"Sinmek" değil de, o muazzam sindirim sistemimizin bir elmayı bedenimizde canlı hücrelere dönüştürmesi gibi... Yediğim semizotunun, beynimin bir parçası olması gibi... Gözüm, elim, tırnağım, saçım, kanım, kalbimin her gün yenilenmesi gibi...


Hücrelerinin, bedenin ve enerjinin yenilenmesi, dönüşmesi ve aynı zamanda ihtiyacın olmayan, sana hizmet etmeyen ne varsayı da bırakmak, hepsinden kurtulmak...

Yediğin içtiğin, aldığın hava, her deneyim, her öğrendiğin, her başına gelenin sindirilmesi için bir zamana ihtiyaç var. Bedenin, yaşamın, sinir sisteminin, ruhun ve kalbinin dönüşmek için zamana ihtiyacı var.

Ve o süre, o zamanı kendine tanımak zorundasın!
...

Öyle çok ağladım ki! Öyle çok yalvardım ki; içimin daralması, kalbimin sıkışması, aldığım her nefeste yüreğime saplanan o öldüren acının bir an önce geçmesi için... 
Gözyaşları içinde meditasyonlara oturduğumu hatırlıyorum...
Sabah olsun diye günlerce uyuduğumu biliyorum... 
Uyuşmak için bilmem kaçıncı Tuborg Gold ile antidepresan ve melatonin içmişliğimi anlattılar...
...

Psikiyatristime, "beni bir yıl sonraya götür" diye yalvarmışlığım var!
...




Beş tabak makarnayı bir anda yersen, midene oturur. Beden mucize olsa da, onca ağırlığı bir anda sindiremez. Bırak sindirmeyi, mideye inen onca şey, tüm sindirim organlarını ve tüm bedeni önce sıkıştırır, sonra da şoka sokar. Kalbe neredeyse kriz geçirten spazma girersin.

İşte tam da o anda, tüm olanları nasıl algıladığın, nasıl karşıladığın müthiş önem kazanır!

5 tabak makarnanın fazla olduğunu, e bir de glutenin de zaten zor sindirildiğini hatırlayıp, spazm geçirdiğini farkeder, bedeni doğal ritminde yavaşça haraket ettirir, gerekiyorsa sindirime destek olacak besinlerden destek alır, nefesine odaklanır, sakince geçmesini beklersin. O gerekli zamanı kendine tanır ve sindirimin senin için çalışmasına izin verirsin.

Ya da, kalp krizi geçiriyorum paniği ile kalp çarpıntılarını daha da arttırır, nefesinin daha da hızlanmasına sebep olur, önce sindirim sistemini durdurur, sonra bağışıklık sistemini baskılarsın. Zıplattığın kortizol seviyenle organların işlevlerini yapmalarına harcayacakları tüm enerjiyi onlardan çekip, "savaş ya da kaç" mekanizması için saklanmasına sebep olur ya da tamamen donarsın. Hiç bir sindirim organı çalışmadığından, midende oturan o beş tabak makarna daha da ağırlaşır; iyicene sıkmaya başlar. Makarna da enerji de sıkışıp kalır içinde! Bedendeki o salınamayan, hapsolan enerji, tıkanıklığa sebep olur. Daha da akamazsa, beden kendi kendini yakmaya başlar. Ve sonunda korktuğun başına gelir. Gerçekten de çok ciddi hastalıklarla boğuşur bulursun kendini.

Ve şu an, tüm bunları yeniden hatırlayınca; sinirliyken, stresliyken, kortizol tavan yapmışken, bir de ağzıma sözde "comfort food"'ları, rahatlatacağına aldanarak, tıkıştırdığımı düşününce, kendimi nasıl da "yaktığımı" farkediyorum!!!





Batı tıbbının babası Hipokrat, binlerce yıl önce "Bütün hastalıklar bağırsakta başlar." demiş olsa da, bu "modern" tıp neden daha yeni keşfediyor bunları, anlamak mümkün değil.







Bunun yanı sıra, çok daha fazla batılı doktorun, sindirim sistemi ve bedene bütünsel etkisini derinlemesine irdelemesi ve Ayurveda, Çin Tıbbı gibi kadim bilgileri de araştırmaya başlaması da boşuna değil.
Hala sadece biyolojik sindirim ile ilgili çalışmalara odaklansalar da, Yoga'dan, Çigong'dan, Çakralar ve Meridyenler'den biliyoruz ki, sindirilemeyen duygular da enerjetik bedende tıkanmalara, ve dolayısıyla, hastalıklara sebep oluyorlar.






Bu kış 200 saatlik Ayurveda Yaşam Programı eğitimine katılasım var. Yogamı da 300 saatlik programla ileri seviyeye taşıyasım...
Fakat para biriktirmek, bulmak lazım! Malum artık hayat iyicene zor!

İyisi mi, havalar da soğumuşken, İstanbul'un o ünlü pusu, şehri kaplamışken, dizimi kırayım, evimde oturup, baya bir iddalı hale gelen kitaplığımdan şu üç ana konudakilerini iyicene bir çalışayım.


1. Ayurveda ve sindirim denen muazzam sistem:
  • Tibet'in Gençlik Pınarı - Peter Keder
  • Yoga ve Ayurveda: Kendine Şifa ve Kendini Bilme - Dr. Vedaçarya David Frawley
  • Ayurveda - Dr. Vasant Lad
  • What are you HUNGRY FOR? - Deepak Chopra
  • Hot Belly Diet: A 30-Day Ayurvedic Plan to Reset Your Metabolism, Lose Weight, and Restore Your Body's Natural Balance to Heal Itself Suhas G. Kshirsagar
  • Ayurveda: Sağlıklı ve Mutlu Yaşamın Sırrı - Dr. Kulreet Chaudhary ve Eve Adamson
  • Ayurveda: Sağlık, Mutluluk ve zindelik için aradığın her şey doğada var - Ulli Allmendinger
  • Genleriniz Kaderiniz Değildir: Hayatınızı değiştirecek günlük rutinler - Ebru Şinik
  • Ayurveda: Beden, zihin ve ruhun uyum içinde işleme sanatı - Dr. Scott Gerson
  • Ayurveda: Sağlıklı ve Uzun Yaşamın Sırları - Dr. M. Ender Saraç 
  • Kuşaklara göre Ayurvedik beslenme - Dr. Dennis Thompson
  • Detoks: Sağlıklı ve uzun bir yaşam için vücudunuzu arındırmanın doğal yolu - Daniel Reid
  • Clean: Expanded Edition: The Revolutionary Program to Restore the Body's Natural Ability to Heal Itself - Alejandro Junger, M. D.
  • Temiz Bağırsak: Hastalıkların sonuçlarıyla uğraşmak yerine nedenlerini ortadan kaldırın - Dr. Alejandro Junger
  • Brain Maker: The Power of Gut Microbes to Heal and Protect your Brain - for Life - Dr. David Perlmutter
  • Büyüleyici Bağırsak: Küçümsediğimiz organ "bağırsağın" iç dünyası - Giulia Enders
  • Beyinde ararken BAĞIRSAKTA buldum - Dr. Serkan Karaismailoğlu
  • Mikrobiyota: İçimizdeki mikroplar ve yaşama büyüleyici bakış - Ed Yong
  • Duygusal Beyin: Bağırsak - Prof. Dr. Hüseyin Nazlıkul
  • Beyin - Bağırsak Bağlantısı: Vücudunuzdaki gizli konuşmanın duygularımız, tercihlerimiz ve sağlığımız üzerindeki etkisi - Dr. Emeran Mayer

   
 

 




2. Evrim içinde insan bedeni ve yemek:
  • Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir TarihiYuval Noah Harari
  • Neandertal: Modern Bilim Onların Hikayesini Yeniden YazdıMichael A. Morse & Dimitra Papagianni
  • Gezegenin Efendileri: İnsan Kökenlerinin Hikayesi - Ian Tattersall
  • Homo Deus: Yarının Kısa bir TarihiYuval Noah Harari
  • İnsan Vücudunun Öyküsü: Sağlık, Hastalık ve Evrim - Daniel E. Lieberman
  • Tüfek, Mikrop ve Çelik - Jared Diamond
  • Düne Kadar Dünya: Eski Toplumlardan Ne Öğrenebiliriz? - Jared Diamond
  • Uyumsuluk: Taş Devri Beynimiz Bizi Her Gün Nasıl Yanıltıyor ve Bu Konuda Ne Yapabiliriz? - Ronald Giphart ve Mark Van Vugt
  • İnsanlığın Yeme Tarihi - Tom Standage
  • Avcılıktan Gurmeliğe Yemeğin Kültürel Tarihi - Priscilla Mary Işın
  • Darwin'le Akşam Yemeği: Evrim Yeme İçmeyi Nasıl Etkiler? - Jonathan Silvertown
  • Beslenme Kültürü ve İnsan: Neden Sağlıksız Besleniyoruz? - Prof. Dr. Metin Özbek
  • Lezzetin Tarihi: Geçmişten Bugüne Yiyecek, İçecek ve Keyif Vericiler - Prof. Dr. Zeki Tez
  • Obur Zihin: Yiyeceklerle İlişkimizin Evrimi - John S. Allen
  • Açlık: Doğal Olmayan bir Tarih - Sharman Öpt Russel





3. Günümüz gıda endüstrisi:

  • Tuz, Şeker, Yağ: Gıda Endüstrisi Bizi Nasıl Bağımlı Hale Getirdi? - Michael Moss
  • Peynir Tuzağı - Dr. Neal D. Barnard
  • Etobur - Otobur İkilemi - Michael Pollan
  • Tabağındaki Yüz: Gıda Hakkındaki Gerçekler - Jeffrey Moussaieff Masson
  • Ekmek Biterken: Yeni küresel besle(n)me sistemi yeni insanı nasıl şekillendiriyor? Gelecek ellerimizde mi? - Erhan Ünal
  • Saklı Seçilmişler - Soner Yalçın





Dizimi kırmışken, şu şahane sonbahar zamanı bir temizliğe de girişeyim. (Program için tıkla). Zira, ye ye ye, nereye kadar?! Hayır bir de, temiz temiz beslenip o fazlalıkları atar atmaz, "Oooh ben isteyince hemencecik kilo veriyorum ne de olsa, gel ben ölesiye tıkınayım!" mantığı, kendi kendimi sabote edişimi çözeceğim ama, dur bakalım.





Ha bir de, Zeynep Aksoy hocamın Reset videoları müthiş bilgilerle dolu. Öyle ki, her bir videoda, kendisinin deyimiyle en az bir "Wow"'a ulaşıyor ve bir video yok ki aydınlanma yaşamıyorum.
Arabada açıyorum Youtube kanalını.
Trafiği, spiritüel bir yolculuğa çevirdim.
😀🙏🏼❤️





  
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...